19 Eylül 2010 Pazar

Tipik bir pazar.

İşte tipik bir pazar daha.
Telefonunun titremesiyle uyanan Agnes, birkaç dakika sonra annesinin öfke dolu çığlıklarıyla babasını azarlayışını duyar.
Bir insanın hayatı daha monoton olabilir mi?
Ardından anneyi teselli,
mutluymuş gibi yapılan pazar kahvaltısı,
koltukta sızmış babam,
kendisini işe vererek ruh sağlığını korumaya çalışan annem
ve erkek arkadaşımın günlük planlarını, aklımdakileri bastırmaya çalışarak dinleyen ben.
ne kadar da ezik bir tablo değil mi?


aklımda çok fazla şey var. yine.


evliliğe öcü gibi bakan bir insan olarak, giderek ciddileşen ilişkim,
kimi zaman hayatımda olanlar hakkında öz babamdan çok bilgisi olan dayımla yaşadıklarımız,
okulun başlamasıyla sırtıma binen yükler,
sınav stresi,
aile, sosyal hayat, aşk ve ders arasındaki dengeyi koruma yükümlülüğü
ve
ilişkileri sık sık engebeli yerlerde dolaşan anne ve babam.
tüm bunların altında ezilen ama buna rağmen dışarıya, dışardaki düşmanlarına "ben mutluyum" maskesini gösteren Agnes.
"Hayat" bu işte.
yapılması gerekenler ve sonuçlarının doğurduğu; yeni nedenler, yalanlar ve "maske"ler.
bazen diyorum, "toplumsal kuralların canı cehenneme, ben benim ve kimsenin ne düşündüğü umurumda değil. hayatımı yaşamak için ne kadar zamanım olduğunu bilmiyorum ve bunu yükümlülükler denilen prangayla geçirmeyeceğim." desem, çeksem gitsem.
ama olmuyor işte.
bir şeyleri bırakıp gitmek, o kadar kolay değil.
kalıp savaşmak zorunda hissediyor insan.
en azından ben böyle hissediyorum, çünkü böyle yetiştirildim.
bazen diyorum yine, "keşke bu kadar "cic kız" olarak yetiştirilmeseydim. yeri geldi mi yozlaşabilseydim. yeri geldi mi, "üzgünüm dostum, benim de önceliklerim var" deyip, satabilseydim. gerektiğinde kendimi feda etmeseydim, belki de ileride hayatımda bile olamayacak insanlar için."
hayatımda "keşke" dediğim çok şey oldu, doğrudur. kısacık ömrüme çok şey sığdırmış olmam benim suçum değil.
zaten bu bir suç da değil.
zira Peyami Safa der ki "Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır. Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır..."
o halde Can Yücel' mi dinlemeliyim?
"... Yaşa be! Yaşa da öyle git, gireceksen toprağa! ..."
Belki de.
belki de oluruna bırakmalıyım her şeyi?
ben de bilmiyorsam kim bilecek ki?
onu da bilmiyorum dostlar.
neyse, gidip mutlu aile tablosu çizeceğiz, gereksiz bir piknik organizasyonunda.
hazırlanayım.
daha gidip "cici kız"ı oynayacağım.
17 yıldır oynadığım aptal rol hani.
xoxo
Agnes *

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder